içerdiği konu epey geniş aslında (kısa bir kitap olmasına karşın).yani pek çok şeye kısa kısa değinmiş.özet bir şekilde japon kültürü ve tarihi anlatıldıktan sonra 18-19. yüzyıllarda japonların islamla ve elbette paralel olarak türklerle kurdukları ilişki anlatılıyor.esas konu bu.
kitapta daha önce hiç duymadığım çok ilginç konular var bazı ufak alıntılar yapayım:
*çin'e gitmekte olan bir portekiz gemisi, tutulduğu fırtınayla tesadüfen japonya sahillerine sürüklenmiş ve 1542 yılında meydana gelen bu olay, avrupalıların japonya ile
ilk teması kabul edilmiştir.
*.....1549 da (temastan 7 yıl sonra) bir cizvit papazı bölgeye gelerek hristiyanlığı yaymaya başlamıştır....
*japon yöneticiler bu durumdan rahatsızdılar.1587 yılında japon imparatorunun başkanvekili hideyoşi, hristiyanların başpapazından şu 5 sorunun cevabını istedi;
1.niçin vatandaşlarımızı hristiyan olmaya zorluyorsunuz?
2.niçin budist rahiplere karşısınız?
3.niçin budist mabetlerinin yıkılmasını istiyorsunuz?
4.niçin faydalı hayvanların etini yiyorsunuz? (budistler et yemez, normal japonlar ise az yerler, çoğunlukla balık eti yenir.)
5.niçin sizin adamlarınız, japon vatandaşlarını başka ülkelere köle olarak satıyor?
bu soruları takiben hideyoşi kesin kararı açıkladı
"bütün papazlar 20 gün içinde ülkeyi terk etsinler!".başlangıçta ticari ilişkileri kapsamayan bu emir, papazları tüccarlar yoluyla gizlice gelmeleri sonucu (1620 avrupa mezhep savaşlarının olumsuz etkisiyle de) 1624 yılında
"yalnız papazların değil, herhangi bir avrupalının japon toprağına ayak basması yasaklandı" şeklinde geliştirildi.
*japonya tam 200 sene boyunca dışa kapalı şekilde kendi içinde bir yaşam sürdü.
(ki beni en çok etkileyenlerden biri de budur.yani zaten 17.yy dan evvel dünya çok iyi iletişimde değildi.bugünkü anlamda küresel dünyanın temelleri 15-16.yy da coğrafi keşiflerden sonra amcak atılabildi.sonrasındaki 200 sene de japonlar kendilerini kapatmışlar.örneğin 7.yy da ortaya çıkan islamiyetten 18.yy da ancak haberleri olmuş.bizler hem şark hem de garb medeniyetlerinin göbeğinde yaşadığımız için bu durumu pek düşünmüyoruz.çünkü eski yunan, eski mısır, eski arap ve sonrasında yeni avrupa gibi en önemli bilimsel-felsefi akımlar hep yanıbaşımızda olmuş -hatta iştirak etmişiz, katkılarımız olmuş-.ama onlar -anladığım kadarıyla- tüm bunların çok uzağında bir ilerlemeye sahipler.bugünkü konuma baktığımızda inanılmaz bir atılım görüyorum ve anlayamıyorum.bu fark nasıl kapatılmış.ilk kez sokratesi, eflatunu, ibn-i arabi'yi ne zaman okudular acaba?muhakkak kendi üretimleri, çıkarımları olmuştur ama burada da kocaman ve etkileşim içinde bir dünya birikimi var.bu konuda bilgisi, görüşü, paylaşmak istedikleri olanlar varsa da dinlemek isterim)
[/u]
şu an daha fazla yazmaya üşendim
ama kitapta türkçe öğrenip türk subaylara (ki birinin mustafa kemal paşa olduğu söyleniyor) japonca öğreten subaylardan, ertuğrul fırkateynine, islamın anlatılması için abdülhamit hana elçi gönderen japon imparatorundan, abdülreşid ibrahimin yıllar süren japonya temas ve izlenimlerine pek çok bilgi var.
buradan daha çok şey paylaşmak isterdim ama daha sistematik ve derli toplu olarak kitabı alır okursanız, bugünün türk-japon ilişkilerinin bir nevi elemanı olan sizlerin faydalanacağına inanıyorum.